28 Aralık 2020 Pazartesi
25 Aralık 2020 Cuma
23 Aralık 2020 Çarşamba
22 Aralık 2020 Salı
27 Ekim 2020 Salı
FEMİNİSTLER ERDOĞAN'A VE EŞİNE KÜFÜR VE HAKARET EDİYORLAR.
FEMİNİSTLER ERDOĞAN'A VE EŞİNE KÜFÜR VE HAKARET EDİYORLAR.
ACABA ERDOĞAN BU FEMİNİST BAYAN VE FEMİNİST DERNEKLER İÇİN DAVA AÇTI MI?
17 Ekim 2020 Cumartesi
CÜBBELİ AHMET HOCA'NIN U DÖNÜŞÜ
CÜBBELİ AHMET HOCA'NIN U DÖNÜŞÜ :)
11 Ekim 2020 Pazar
22 Eylül 2020 Salı
7 Eylül 2020 Pazartesi
Mama şirketleriyle Belediyelerin ortaklaşa çalışması sonucu
Mama şirketleriyle Belediyelerin ortaklaşa çalışması sonucu sokaklarda kedi ve köpek sayısı artıyor. Özellikle köpekler tehlike saçıyorlar. Çocuklara yetişkinlere saldırıp öldürüyor veya yaralıyorlar.
6 Eylül 2020 Pazar
1 Eylül 2020 Salı
Wayfair'de Fahiş Fiyatlı Ürünlerle Çocuk Kaçakçılığı Yapıldığı İddiasına Ünlü Aktör Tom Hanks'in de İsmi Karıştı
Wayfair'de Fahiş Fiyatlı Ürünlerle Çocuk Kaçakçılığı Yapıldığı İddiasına Ünlü Aktör Tom Hanks'in de İsmi Karıştı
Wayfair hakkında ortaya atılan teorilerin ardı arkası kesilmiyor! Yüksek fiyatlı ürünlerin üzerinden insan ticareti yapıldığı iddiasının ardından şimdi de ünlü aktör Tom Hanks'in çocuk kaçakçılığında aktif bir rol oynadığı iddia ediliyor...
Wayfair adlı online alışveriş sitesi üzerinden insan kaçakçılığı yapıldığına dair ortaya atılan iddialar büyük yankı uyandırdı.
Bahsi geçen sitede çocuk isimlerinin verildiği eşyaların normalin çok çok üstünde, fahiş fiyatlara satılması ve eşyaların kayıp çocuk isimlerine işaret etmesi kafaları karıştırdı ve inanılmaz teoriler havada uçuşmaya başladı.
Olayın detaylarını öğrenmek için👇
Kan Donduran İddia: Online Alışveriş Sitesi Wayfair, Yüksek Fiyatlı Eşyaları Üzerinden İnsan Ticareti mi Yapıyor?
Sosyal medyanın gündemine bir anda düşüveren #Wayfair ile ilgili iddialar akıllara durgunluk verecek cinsten...
Yeni iddia ise ünlü aktör Tom Hanks'in Wayfair'de yapılan çocuk ticaretinden haberdar olduğu hatta aktif olarak bunun içinde yer aldığı yönünde.
İddialara zemin hazırlayan şeylerden biri Tom Hanks'in Instagram hesabı üzerinden paylaşmakta olduğu bazı fotoğraflar.
Hanks'in yolda yürürken denk geldiği sahipsiz eşyaları fotoğrafladığını gördüğümüz bu paylaşımlardaki nesneler ve yazılar komplo teorisyenlerine göre oldukça dikkat çekiyor.
İşte o paylaşımlardan bazıları...
Hanks'in çektiği sahipsiz bir emzik fotoğrafı.👇
Burada tebeşirle yazılmış olan yazıda "src usa" ifadesinin yer aldığı görülüyor. Yukarıda verilen içerikte de göreceğiniz gibi "src usa" ile birlikte Yandex'te aranan numaraların kayıp kişilerin fotoğraflarına yönlendirdiği söyleniyor. Açıklamada geçen gimmie five lafının ise Hanks'in istediği çocuk sayısına işaret ettiği düşünülüyor.
Hanks'in paylaştığı bu görsel aslında bir tanıdığına ait albümün kapağı. Ama bu paylaşım da ilginç bir şekilde büyük tepki gördü.
Bahsettiğimiz albüm, Joseph Luca'nın çıkardığı I'm Sorry albümü.
2018'de çıkan bir albümü tanıtmak için yaptığı bu paylaşımın aslında Hanks'in bir pedofil olduğuna doğrudan işaret ettiği, ortaya atılan iddialar arasında.
Hanks'in teorisyenler tarafından dikkat çeken bir diğer paylaşımı ise bir koltuğun üzerindeki pembe renkli bu çocuk ayakkabısı.
Tabii örnekler buradakilerle sınırlı değil ancak Hanks'in Instagram hesabı, çektiği sahipsiz pek çok nesnenin fotoğraflarına ev sahipliği yaptığı için bu duruma bir anlam yüklemek anlamsız.
Ama gelin görün ki, Hanks'i zan altında bırakan bambaşka iddialar var. Bunlardan biri, 13 yaşındayken babası tarafından Tom Hanks'e para karşılığı satıldığını söyleyen Sarah Ruth Ashcraft adlı bir kadının atmış olduğu bu tweet.
Kendisi bu söylemiyle alakalı bir dizi tweet atmış 23 Temmuz 2018 tarihinde. Bu konuya dair akıl almaz iddiaları var. Nitekim Hanks'in paylaşmış olduğu fotoğraflar üzerinden de iddialarını desteklemeye çalışmış Ashcraft.
Merak edenler için kendisinin profilini şöyle bırakalım.
Bir diğer iddia sahibi, 2019'da intihar eden aktör Isaac Kappy.
Kappy, ölmeden önce sosyal medya üzerinden paylaştığı bir videoda Steven Spielberg, Seth Green ve Tom Hanks'i pedofiliyle, Oprah Winfrey'i ise çocuk tacirliği ile suçladı. Hollywood partilerinde 14 yaşından beri istismara uğradığını söyleyen Kappy, 13 Mayıs 2019'da Route 66'da köprüden atlayarak intihar etti.
Tom Hanks'in Kappy'nin ölümünden kısa bir süre önce Route 66'da yapmış olduğu bu paylaşım, komplo teorilerini fena halde beslemiş durumda.
"Tarihi Route 66. Asfalt leşi? Umarım değildir! Hanx."
Hanks'in bu paylaşımı ile Kappy'nin ölümü arasında bir bağlantı olabileceği söyleniyor. Ancak söylemek durumundayız ki, Tom Hanks'in yaptığı paylaşımlar onun bir çocuk taciri ve pedofil olduğunu göstermiyor. Kappy'nin ortaya atmış olduğu iddiaların ise kanıtlanmadığını belirtelim.
Wayfair ile ilgili ortaya atılan iddiaların arkası geldikçe daha pek çok ünlü isim de bir şekilde olayla ilişkilendirilecek belli ki. Temennimiz, ortaya atılan hiçbir iddianın doğru çıkmaması yönünde.
Sosyal medyada büyük ses getiren ve ilk duyduğunuz an kanınızı donduracak bir komplo teorisini masaya yatırıyoruz.
Sosyal medyada büyük ses getiren ve ilk duyduğunuz an kanınızı donduracak bir komplo teorisini masaya yatırıyoruz.
Hazırlık sürecinde pek çok farklı kaynağa göz attık, komplo teorilerini inceledik ve söz konusu tüm iddiaları değerlendirmeye çalıştık.
Tarafsız bir şekilde iki tarafın sunduğu argümanları sizlere aktaracağız ve sonrasında yorumu size bırakacağız.
Öncelikle konudan kısaca bahsedelim.
Geçtiğimiz günlerde Reddit’te PrincessPeach1987 adlı bir kullanıcı, online alışveriş sitesi olan Wayfair’de fahiş fiyatlara satılan ve garip isimlere sahip ürünlerin insan kaçakçılığı için bir paravan olarak kullanılıp kullanılmadığını sordu.
Kullanıcının bahsettiği fahiş fiyatlı ürünlere Neriah, Yaritza, Alyvia ve Samiyah gibi kadın isimleri verilmişti ve satış fiyatları ise 12 bin dolardan başlıyordu.
Ürünlerin aşırı pahalı olması oldukça dikkat çekici ancak asıl enteresan nokta ürünlere verilen isimlerin veri tabanında kayıtlı olan kayıp çocuklara işaret etmesiydi.
Bu teorinin bir benzerini de Facebook'ta yapılan şu paylaşımda görüyorsunuz. Pahalı dolaplar, garip isimler.
Jonathon Mobley tarafından paylaşılan gönderide yine fahiş fiyatlı ürünlere dikkat çekilerek bunların çocuk istismarı ve insan kaçakçılığına paravan olarak kullanıldığı iddia ediliyor. Mobley, olayı fark eder etmez polislerle irtibata geçtiğini ve onların da durumdan haberdar olduğundan bahsediyor.
Görmüş olduğunuz bu iki paylaşımın ardından işler kızışıyor ve Wayfair’in internet sitesinde insan kaçakçılığı için kanıt olarak sunulan görsellerdeki SKU (stok kodu) numaralarının Rusya menşeili arama motoru Yandex'te aratılınca çıkan sonuçların çocuk pornografisiyle alakalı görseller olduğu söyleniyor.
Sean adlı bir Twitter kullanıcısı, bu iddiayı şöyle aktarmış:
Kanımız Dondu! Ünlü Oyuncu Sandra Bullock, Genç Görünebilmek İçin Çocuk Derisi Enjekte Ettirdiğini İtiraf Etti.
Kanımız Dondu! Ünlü Oyuncu Sandra Bullock, Genç Görünebilmek İçin Çocuk Derisi Enjekte Ettirdiğini İtiraf Etti.
Sandra Bullock'u tanıyamanınız yoktur heralde...
Kendisi Amerika'nın en ünlü oyuncularından bir tanesi.
Bizler 55 yaşındaki Bullock nasıl hala bu kadar genç ve güzel görünüyor diye düşünürken, kendisi ile ilgili kanımızı donduran bir şey öğrendik.
Katıldığı bir televizyon programında bu kadar genç gözükmesinin sırrının yüzüne çocuk derisi enjekte ettirmek olduğunu söyledi.
Asıl adı EGF (Epidermak Bütüme Faktörü) olarak bilinen bu yöntemle genç kaldığını da belirtti.
Programın sunucusu ise bu derilerin sünnet olan Koreli çocuklardan alındığını dile getirdi.
Fakat Bullock'un bahsettiği bu yöntem için sadece Koreli çocukların sünnet derileri değil, mültetici çocukların tüm organları ve derilerinden elde edildiği de öne sürülüyor.
Bu yöntem dünya çapında hassas ve tartışılır bir konu iken Sandra Bullock'un bunu bu şekilde söylemiş olması da herkesi şoka soktu tabii...
https://onedio.com/haber/
Gerçekleri Öğrendiğinizde Tüyleriniz Ürperecek:
Gerçekleri Öğrendiğinizde Tüyleriniz Ürperecek:
Küçük Çocukların Kanından Elde Edilen Adrenochrome Nedir?
Wayfair olayı ile yeniden gündemde çok sık konuşulmaya başlanılan, neredeyse tüm ünlülerin ve Amerikan başkanlarının da isminin karıştığı yaşlanmayı önlendirici olarak bilinen adrenochrome nedir? Detaylar gerçekten kan dondurucu...
Hücre yenilemeyi sağlayarak yaşlanmayı %60 yavaşlatması ile bilinen Adrenochrome'u Hillary Clinton'dan Tom Cruise'a kadar pek çok ünlünün kullandığı iddia ediliyor.
Özellikle Hollywood ve Beyaz Saray'dakilerin isimleri ile anılan Adrenochrome vücuttaki hücreleri yenileyerek yaşlanmayı önlüyor. İsmi geçen pek çok ünlünün geçmişe göre daha dinç olduğu ve hiç yaşlanmadığı da göze çarpıyor.
Bağımlılık yaptığı için uyuşturucu türü olarak kabul edilen adrenochrome düzenli kullanılmadığı taktirde kişiyi çok hızlı yaşlandırıyor ve halüsinasyonlara neden oluyor.
Hatta pandemi döneminde de pek çok ünlünün adrenochrome'a ulaşamadığı, bu yüzden de ciltlerinde bariz farklılıkları olduğu konuşulmuştu.
Adrenochrome bir endokrin salgısıdır, korkuya bağlı olarak insanların böbreküstü bezlerinden elde edilen saf adrenalinden yapılır.
Moleküler formulü C₉H₉NO₃ olan Adrenochrome, molekül diziliminin tavşana benzemesinden dolayı toplumda beyaz tavşan olarak da bilinmektedir. Vücutta bulunan adrenalin okside olmuş hali diye de tanımlanabilir.
Gerekli adrenalin hormonu, daha güçlü adrenalin sentezi yaptıkları için 0-9 yaş arasındaki çocukların kanından elde ediliyor.
Bu hormon insanlarda en çok küçük yaştaki çocuklar ve ergenlik döneminde olanlarda daha güçlü salgılanıyor, bu yüzden de adrenochrome için 0 ile 9 yaş arasındaki çocuklar tercih ediliyor. Salgılanan bu hormon aslında vücudun geliştirdiği bir savunma mekanizması. Özellikle ölüm döşeğinde iken vücudu korumak için çalışıyor.
İlk olarak 1939'da yapılan bir araştırmada ölmüş bir kurbağanın kalbini canlandırması ile laboratuvarda serum haline getirmek için çalışmalar başlatıldı.
Çocuklardan elde edilen kanların Almanya'da serum haline getirildiği iddia ediliyor fakat bilimsel olarak ilk defa kanıtlanması 1939'daki araştırmaya dayanıyor. Ölen bir canlının kalbini canlandırması, deri dokusunu iyileştirmesi ve çeşitli hastalıklara iyi gelmesi ile popülerleşen adrenochrome sarımtırak bir renge sahip ve ampullerin içinde muhafaza ediliyor.
Ama Adrenochrome'un biraz daha geçmişi var: 17.yüzyılda Elizabeth Bathory, bir diğer ismi ile Kanlı Kontes'in düzenlediği kan akıtma partileri ile bu geleceğin başını çektiğine inanılmakta.
Dönemin elit tabakasında yer alan Bathory'nin genç kalmak için genç kızların kanlarını akıtarak kullandığı biliniyor. Kitap ve filmlere de konu olan Kanlı Kontes o dönemde vampir olmakla da suçlanmış. Genç kızlar ile birlikte düzenlediği kan akıtma partilerinde yapılanın şu an adrenochrome için yapılanla aynı olduğu düşünülüyor.
Peki çocukların kanını nasıl alıyorlar?
Kandaki adrenalin miktarına göre zenginleşen ve bağımlılık yaptığı için uyuşturucu olarak bilinen adrenochrome, tamamen çocukların kanlarının akıtılması ile gerçekleşiyor. 0 ile 9 yaş arasındaki çocuklara gerekli olan adrenalini sağlamaları için işkence edilerek boyunlarından kan alınıyor.
Öyle ki pek çok çocuğun kaçırılarak, bu ağ içerisine yerleştirildiği hatta bazılarının hiç güneşi bile görmediği iddia ediliyor.
Orta Doğu, Asya, Avrupa ve Amerika'da kaybolan çocukların çoğunun Adrenochrome için hapsedildiği düşünülüyor.
Dünya genelinde 2019'daki kayıp çocuk sayıları kan dondurucu! Amerika'da 460 bin, İngiltere'de 112 bin, Kanada'da 104 bin 531, Hindistan'da ise 96 bin çocuk kayboldu. Yaşları oldukça küçük olan bu çocukların Amerika'ya kaçak bir şekilde sokulduğu ve bu sistemin bir parçası olmak için zorunlu tutulduğu düşünülüyor.
Kaybolan çocuklardan elde edilen kanların PizzaGate skandalındaki ile aynı şekilde internetten satışı yapıldığı düşünülüyor.
Kaybolan çocukların numarası, satılan ürünün numarasına ekleniyor. Pek çok üründeki numara Yandex'e yazıldığında, kayıpolan çocukların ilanları çıkıyor. Bu şekilde adrenochrome'a sahip olmak isteyen kişilerin istediği çocuğun kanını seçtiği düşünülüyor.
Hakkında pek çok şey biliniyormuş gibi görünse de, adrenochrome ve kayıp çocuklar hala sırlarla dolu.
Sırf genç kalmak için çocuklara eziyet ederek onların kanını kullanan bu insanlar ve yaptıkları hala tam anlamıyla kanıtlanabilmiş ya da açığa çıkabilmiş değil. Geçtiğimiz günlerde Sandra Bullock'un bahsettiği yöntemin de adrenochrome olduğu düşünülse de kendisi sünnet derisinden yaptırdığı söylemişti.
9 Ağustos 2020 Pazar
30 Temmuz 2020 Perşembe
Prof. Doktor: Ayasofya’da fahişe resmi ile namaz kılınmaz!
BİZANS ASKERİ KILIKLI İTHAL EYLEMCİ
23 Haziran 2020 Salı
14 Mayıs 2020 Perşembe
İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 düzenlemesine neden karşıyız?
Bu mel’un İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması ve onun uygulanması için çıkarılan 6284’e neden karşı çıktığımız ve acilen iptal edilmesi için çağrı yaptığımız konusunda, şu önemli tespitleri dikkatlerinize sunuyoruz:
1- İnancımızdan dolayı karşıyız. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” adı altında cinsiyet rollerine savaş açan, kadını erkekleştirme, erkeği kadınlaştırma politikalarını çok tahripçi ve tehlikeli bulmaktayız. Ailenin çatısı, cinsiyet farklılığı ve eşlerin fıtri ve ahlâki sorumluluk ve saygınlıkları üzerine kurulmaktadır. Cinsiyet yoksa aile de yıkılacaktır. Aile yoksa; din de devlet de ülke de yok olacaktır.
2- İstanbul Sözleşmesi’ne, eşcinselliği meşru kabul ettiği için karşıyız. Dinimizce lanetlenen, aklen, ahlâken ve vicdanen de nefret edilen sapkınlıkların, kanunlarla meşrulaştırılmasına ve yaygınlaştırılmasına asla razı olamayız.
3- İstanbul Sözleşmesi ile açıkça dine, ahlâki ve ailevi değerlere ve kutsal namus ve edep ölçülerine savaş açıldığı için karşıyız.
4- Bu sözleşmeye, adaletsiz olduğu için karşıyız. Çünkü İstanbul Sözleşmesi ve 6284 “kadının kurban-erkeğin saldırgan” olduğu ön kabulü ile hazırlanmıştır. Kadının beyanı esas kılınmış ve yeterli sayılmıştır. Bu da erkek cinsiyetini baştan suçlu ilan ettiği için masumiyet karinesine ve insan haklarına aykırıdır.
5- İstanbul Sözleşmesi, cinsiyetçi bir yasa olduğu için karşıyız. Cinsiyetçilik de ırkçılık gibi faşist-bölücü bir akımdır. Bazı sapık ve cani erkeklerin suçunu bütün erkeklerin üzerine yıkarak medyada sürekli “erkek şiddeti” diyerek, erkek cinsiyetini suçlu ilan etmek bölücülük ve kışkırtıcılıktır.
6- 6284’e, açıkça ayrımcılık yaptığı için karşıyız: “Kadın hakları-erkek hakları” gibi hak ayrımcılığı ile cinsiyetçilik yapılmaktadır. İnsanların hakları vardır ve bir ülkenin kanunları vatandaşlarını kadın-erkek demeden korumak zorundadır. Kanunlarda bir eksiklik varsa bir cinsiyet için ayrı kanun çıkarılmaz, sadece ve gereğince kanunlarda değişiklik yapılır.
7- İstanbul Sözleşmesi, kadın ve erkeği birbirine düşman ettiği için karşıyız. Kadın karşısında erkeği suçlu ilan edip erkeği ötekileştirmek, kadın ve erkek arasına düşmanlık tohumu serpmekten başka bir işe yaramayacaktır. 6284 sonrası kanunlarla kışkırtılan binlerce kadın, eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmadığı halde kocalarını evden attırmıştır. Bu da sözleşme ile ekilen düşmanlık tohumlarının ürün verdiğinin kanıtıdır. Polis zoru ile evinden atılan, hakkında uzaklaştırma kararı alınan kocaların çoğunun, artık karısı pişman olsa bile eve dönmeyip boşanmayı tercih etmeleri, yuvaları dağıtmaktadır.
8- Bu sözleşmeye, aileyi dağıttığı için karşıyız. Tabii ki evliliklerin azalması ve boşanmaların artmasının tek sebebi bu sözleşme değil, hiçbirimiz de bunu iddia etmiyoruz; fakat ailelerin dağılmasında büyük ve hızlı bir etkisi olduğu da açıktır ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.
9- 6284’e, kadını üstün cinsiyet ilan ettiği için karşıyız. Şiddet tanımı içindeki özellikle “psikolojik şiddet” kadınların da uyguladığı bir şiddet çeşidi olduğu halde, sanki kadın bütün bu şiddet çeşitlerinden arınmış olan, hiçbir şekilde erkeğe psikolojik şiddet uygulamayan “üstün bir cinsiyet”, olarak kabul edildiği için yanlıştır, haksızlıktır. Bu da toplumun haksızlık yapan kadınların “Ben kadınım kadın!..” gibi söylemlerle, sadece kadın olduğu için, kendileri haksızken bile haklı çıkması gerektiği yanılgısına düşmelerine sebep olmaktadır.
10- İstanbul Sözleşmesi, ailenin yatak odasına kadar iç işlerine karışıp “Kocaları tecavüzcü” ilan ettiği için karşıyız.
11- Bu düzenlemeye, anlaşmazlıktan sonra karı-kocanın tekrar barıştırılmasına engel olduğu için karşıyız.
12- Böylece aile anlaşmazlıklarının kamu davasına dönüşmesine karşıyız. Bu kişilerin özgür iradesine saygısızlıktır.
13- Bu tür kanunların, kadınların eline erkeklere karşı canları istedikleri şekilde sallayacakları bir sopa olarak verilmesine karşıyız. Karı-koca anlaşmazlıklarında eğitimle ve nasihatle hallolacak pek çok evlilik problemlerinin çözümü için adım atılmayıp, onarmak yerine, dağıtmak için çalışmalar yapılmasına karşıyız.
14- 6284’e göre cezalar toptancı olduğu için karşıyız. Erkeğin kadına sert bir söz söylemesi ile dövmesini, “şiddet” diye aynı kefeye koyması, kadına laf atması ile tecavüze kalkışmasını “cinsel istismar” diye aynı kategoride sayması ve hepsini aynı kanunla yargılaması ve birbirine yakın cezalar konulması adalete aykırıdır. Adaletsiz yasalar; halkın devletine olan güvenini sarsacak, hatta kanun tanımazlığa ve isyana sürüklemiş olacaktır.
15- İstanbul Sözleşmesi’ne, insanların şeref ve haysiyetleri güvence altında olmadığı için karşıyız. Cinsel istismar konusunda kadının beyanı esas olduğu için, iftiralar karşısında erkeklerin ve ailelerinin haysiyetleri korunaksızdır. Kanundan sonra birilerine düşmanlık besleyen bazı kadınlar cinsel istismar iftirası atarak öç almaya başlamıştır. Bu iftiralarla erkeklerin hem hürriyetleri kısıtlanmakta hem de toplum nezdinde aşağılanmaya maruz kalınmaktadır. Cinsel istismar iftiraları ile binlerce erkek masum olduğuna dair açık delilleri olduğu halde, ağır cezalarla zindanlara atıldığı için karşıyız.
16- Biz bu 6284’e, genç evlilerin yuvasını dağıttığı için karşıyız. İstanbul sözleşmesinden sonra; 18 yaş altında evlenen erkekler cinsel istismar suçu ile yargılanarak, 10-15-20 yıl gibi tecavüzcülerle aynı cezaları almaktadır. Hürriyetleri ellerinden alınıyor, yuvaları dağılıyor, çocukları babasız büyüyor, eşleri maddi ve manevi pek çok sorunla baş başa kalıyor.
17- Biz bu düzenlemeye, kadına karşı şiddeti bitirme bahanesi ile kadına karşı şiddeti artırdığı için karşıyız. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sonrasında kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığı çok açık bir şekilde eldeki verilerle ispatlanmış bulunmaktadır.
18- İstanbul sözleşmesi, kadına karşı şiddet bahanesiyle, Batı ülkelerine ülkemize müdahale hakkı verdiği için karşıyız. Bu ülke güvenliğimiz açısından büyük bir tehdit oluşturmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284’ün maddelerinin insan psikolojisi üzerindeki etkilerini, neden psikiyatrlar, psikologlar ve toplum sağlığı uzmanları anlatmıyorlar da sadece bu sözleşmeden kesesini dolduran bazı hukukçular, feministler ve feministlerin yardakçıları savunmaktadır? Hem de şiddeti artırdığını göre göre bu tavır neden takınılmaktadır?
Kısacası biz İstanbul sözleşmesine ve 6284 düzenlemesine; aklımızı ve vicdanımızı kullandığımız için, insana saygıyla yaklaştığımız için, cinsiyetçilik yapmadığımız için, adalet, vicdan ve merhamet sahibi olduğumuz için, dinimize ve aile kurumuna sahip çıktığımız için karşıyız.
İstanbul sözleşmesi ve 6284 acilen iptal edilip kaldırılmazsa; AB’ye girmek için yapılan bu taviz ve tahribatlar, telafisi imkânsız sorunlara yol açacaktır.[14] 6284 düzenlemesiyle, eşcinsellik ve lezbiyenlik gibi her türlü ahlâksızlığa resmiyet ve serbestiyet kazandırılıp, reklamlarına ve yaygınlaşmalarına kolaylık sağlanmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili tartışmalarda gerçekler özenle saklanmaktadır. Bazı gruplar İstanbul Sözleşmesi’nin kadını koruduğunu savunadursunlar, rakamlar onları yalanlamaktadır. Bu mel’un sözleşmenin yürürlüğe girdiği 2012 yılında 200 kadın cinayete kurban giderken, 2018'de bu 440’a çıkmış, 2019’da ise daha da azıtmıştır.
Son günlerde yaşanan kadına şiddet olaylarıyla birlikte, İstanbul Sözleşmesi’nin akıbeti tekrar tartışılmaya başlanıyordu. Geçtiğimiz günlerde Kırıkkale’de eski eşi tarafından 10 yaşındaki kızının gözü önünde bıçaklanarak öldürülen Emine Bulut cinayeti, gündeme tekrar kadına şiddeti ve İstanbul Sözleşmesi’ni oturtuyordu. Bazı kesimler İstanbul Sözleşmesi’nin devam etmesi yönünde açıklamalar ve çalışmalar yaparken büyük bir kesim ise haklı olarak sözleşmenin aile kurumunu parçaladığını söylüyordu. Gerçekten rakamlar, kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi amacıyla imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti önlemeyip artırdığı gibi, aile kurumunun parçalanmasına zemin hazırladığını ortaya koyuyordu. Türkiye’de son 10 yılda 2 bin 702 kadın şiddette maruz kalarak hayatını kaybederken Türkiye’nin 14 Mart 2012 tarihinde onayladığı İstanbul Sözleşmesi’nden sonra bu sayının her yıl katlanması ise dikkat çekiyordu.
Engellemiyor, körüklüyordu!
İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tartışmalar kafa karıştırıyordu. 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, güya “kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi” amacıyla İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye 14 Mart 2012 tarihinde onaylıyordu. Ancak gelinen noktada sözleşmenin işe yaramadığı, şiddeti daha da azdırdığı rakamlara yansıyordu! Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre; 2008 ile 2017 yılları arasında toplamda 2 bin 337 kadın şiddet görerek hayatını kaybederken, sadece 2018 yılında ise ne yazık ki 440 kadın cinayete kurban gidiyordu. Kadın cinayetleri her yıl bir önceki yılı katlarken 2012 yılında Türkiye’de onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nin kesinlikle çare olmadığı görülüyordu.
İstanbul Sözleşmesi şiddeti önlemek yerine artırıyordu!
Son 10 yılda 2 bin 702 kadın şiddete kurban ediliyordu. 2008 yılında 80 olan kadın cinayetinin 2018’e gelindiğinde 440’a kadar çıktığı görülüyordu. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de onaylandığı yıl olan 2012’de 201 kadın cinayete kurban giderken, bu rakamın yıllara göre; 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de ise 440 oluyordu. Rakamlara göre İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti ve cinayetleri önleyemezken, sözleşmenin yürürlükte olduğu yıllarda cinayetlerin daha fazla olduğunu da gösteriyordu.
Sözleşme Türk aile yapısını yok ediyordu.
Öte yandan İstanbul Sözleşmesi’nin aile kurumunu parçaladığı da anlaşılıyordu. Sözleşme ile birlikte yapılan bazı düzenlemeler, erkeğin evden uzaklaştırılmasını, çocuklarından ayrı kalmasını ve süresiz ödenen nafakalara maruz kalmasını öngörüyordu. Bu düzenlemeler ise aile kurumunun parçalanmasına yol açıyordu. Uzmanlar, evden uzun süre uzaklaştırılan ya da çocuklarını görmesine müsaade edilmeyen erkeğin bir daha eve dönmekten soğuduğunu ve bu sebeple yuvanın yıkılmasına neden olduğunu belirtiyordu. İstanbul Sözleşmesi’ndeki bazı düzenlemelerin milli örf, âdet ve değerlerimize aykırı olduğu belirtilirken, sözleşmenin devamı halinde Türk aile kurumunun yok olmakla karşı karşıya kalacağı vurgulanıyordu.
Yandaş yazarların yarım bıraktıkları!
"Son dönemde kurbanın kadın olduğu dramatik cinayetler üzerinden başlayan tartışma, yine yıllardır tekrar edilen klişe çerçeveye hapsediliyordu. Aynı sloganlar, bugüne kadar hangi katili caydırdığını merak ettiğimiz "kadını öldürmenin, ona şiddet uygulamanın kötü bir şey olduğuna" dair uyarılar ve kamu spotları yine havada uçuşuyordu. Tabi, yaşadığımız toplumsal travmanın boyutları, kimi vicdan kuaförlerinin de ağzını sulandırıyordu. Karısını dövdüğü mahkemece tescillenen gazeteci İnstagram'da, Twitter'da "Kadına şiddete hayır" paylaşımları yapıyor ve alkışlanıyordu. Yine kendisi gibi spiker olan karısına şiddet uyguladığı için uzaklaştırma cezası alan adamın, kadına karşı şiddetin konuşulduğu panellerde "erkekleri lanetlediğine" bile şahit olunuyordu. Bu önemli sorunla ilgili bir arpa boyu yol alamamamızın ve sözünü ettiğimiz goygoyculuğa gün doğmasının nedeni ise, tartışmayı domine eden profesyonellerin; “Erkeklerin erkekliklerinden ötürü kadınları öldürdüğüne" dair önermeyi dayatmaları oluyordu. Oysa bu söylem cinsiyetçi bir yaklaşım olduğu kadar, şiddetin gerçek motivasyonları da kasıtlı olarak örtülüyordu. Çünkü kadına, erkeğe, bebeğe, yaşlıya, hayvana karşı şiddetin cinsiyetten daha baskın sorunlardan kaynaklandığı bilimsel olarak ortada duruyordu.
Geçtiğimiz gece, yedi kadının "erkek terörü" kj'leriyle yürüttükleri bir programı izlerken bir tweet attım. Ölümle sonuçlanan şiddet eylemlerinde, cinayetlerde mağdurların çoğunluğunun erkek (BM verilerine göre öldürülen her 10 kişiden 8'i erkek) olduğunu yazdım. Derken kanaldan arayıp tweetimle ilgili beni yayına bağlamak istediklerini söylediler. Tartışmaya farklı bir perspektif getirir diye bağlandım. Katılımcılar hep birlikte aynı anda bana cevap verip sorular sordukları için telefonda içlerinden ancak birinin ikisinin söylediğini duyuyordum. Birisi: “Emine Bulut'u kim öldürdü?" diye bağırıyordu. "Katil" dedim. Ama gürültünün içinde eriyip gitmiş olacak ki, "bir erkek, erkekler öldürdü" diye mırıldanıyordu. Hatta telefonu kapattıktan sonra benden ismimle değil "erkek" diye bahsedildiğini tebessüm ederek izlediğim programda, Kezban Hatemi'nin ağzından çıkan şu sözler hâlâ kulaklarımda çınlıyordu:
"Sorunu çıkartan da erkek, savaşı çıkartan da erkek, her türlü musibeti başımıza getiren de erkek!!! Dolayısıyla kadınlar bu dünyayı düzeltecek. Bu kadar basit. Açıkça söyleyelim. Savaşta mı ölmüş, erkekler erkekleri öldürmüş!" diyen Kezban Hatemi açıkça ayrımcılık ve kışkırtıcılık yapıyordu.
Ne diyeyim, "Allah eşi Hüseyin Bey'e sabır versin!" demek dışında elimizden bir şey gelmiyordu. Bu arada iki yıl önce bugün, bir cinayete kurban giden Sevgili Vatan Şaşmaz'la ilgili haberler gazetelerde yer alıyordu. Vatan'ı bir otel odasında öldüren katilin kadın olmasına yapılan vurguları da aynı şaşkınlıkla okudum. Zira bu cinayette de katilin cinsiyetinden öte onun motivasyonunun olduğu ortada iken konu çarpıtılıyordu"[15] diyen yandaş yazar, kadına şiddet istismarını, kasıtlı ve kışkırtıcı cinsiyet ayrımını tenkit etmekte haklıydı. Ama her nedense, sorunun asıl kaynağı olan İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 düzenlemesine hiç dokunmamıştı.
Kadın-erkek ayrımı sahtekârlıktır, İslam’a da insanlığa da aykırıdır!
Şeytan Adem’den intikam almak için kadını (Havva anamızı) kışkırtırken, modern şeytan olan Siyonizm ve emperyalizm de dünyanın sonunu getirmek için kadını kullanmaya başlamıştı. Modernizmin tüm özgürlük tuzakları kadınla alâkalıydı ve kadın, erkeğe önce rakip ve sonra da düşman konuma taşınmıştı. Halbuki medeniyetler kadın ve erkeğin uyumunda ortaya çıkardı... Kadınlar eğer bugün mutsuzsa, bunun en önemli nedeni; mutluluğun ortağı erkekleri düşman sayan kışkırtıcı yaklaşımlardan dolayıdır. Halbuki mutluluk iki tarafın uyumu ile olacaktı, çünkü insanın bir yüzü dişi diğer yüzü erkekti ve mutlaka bunların bir arada olması ve evlenip yuva kurması lazımdı. Düşmanlık ve nefret değil ünsiyet ve ülfete ihtiyaç vardı. Aile denilen yapının mutlaka güçlendirilmesi sağlanmalıydı.
Bugünkü kadın cinayetlerinde İstanbul Sözleşmesi gibi yasaları geçiren iktidarın ve bunu teşvik eden kadın kuruluşlarının da günahı vardı. Yapılması gereken aileyi güçlendirmekti... Hasta bünyeyi tedavi etmekti... Bir tarafı suçlu ilan edip ezmek değildi... Yanlıştan geç olmadan dönülmeliydi. Bir an önce toplumun temel taşı olan aile yapımızı güçlendirici önlemlere girişilmeliydi. Sorunu çözmek için feminal (kadını kutsayıcı, erkeği suçlayıcı) veya maskülen (erkeği öne çıkarıcı ve kışkırtıcı) önlemler değil, insani önlemler gerekliydi. Yoksa bu sorunlar ailenin tamamen yok edilmesine ve ailesiz topluma evrilmesine kadar bizi götürebilecektir. Böyle bir toplum artık ayakta kalır mı bilemeyiz... Batılı unsurların yaratmak istedikleri de zaten bu değil midir? Bakmayın feminist örgütlere, onlar Avrupa Birliği’nin verdiği yığınla para ile keyif çatmanın peşindedir. Haçlı ve ahlâksız Batı; bir toplumu çökertmek için önce aileden başlamayı tercih etmiştir ve ülkemiz üzerinde çok büyük bir psikolojik savaş yürütülmektedir. Liderlerin ve siyasilerimizin bir an önce uyanmaları gerekir...
"Emineler öldürülmesin!" demek yetersizdir, hatta aslında Emineleri siz öldürmektesiniz! Allah Resulü’nün “kadınlar Allah’ın size bir emanetidir” düsturunu kaldırıp onun yerine Avrupa feminizmini, İstanbul sözleşmelerini, 6284 sayılı düzenlemeleri, kadının beyanı esastır ilkesizliğini ve bilumum bunun gibi dengesizlikleri getirirseniz daha büyük felaketlere davetiye gönderirsiniz!"[16]
[1] Bak: Bakara 2/259; Mücadele 58/11
[2] Bakara 2/228; Nisa 4/20-21; Talâk 65/7
[3] Bakara 2/228, Nisa 4/34, Buhari, “Nikâh”, 90; “Ahkâm”, 1; Müslim, “İmâre”, 20
[4] Bakara 2/233; Nisa 4/34; Talâk 65/6; Buhari, “Nafaḳāt”, 1-4; Müslim, “Ḥac”, 147; İbn Mâce, “Nikâh”, 3; Ebû Davud, “Nikâh”, 40
[5] Nisa 4/34; İbn Mâce, “Nikâh”, 5; Nesâî, “Nikâh”, 14
[6] Buhari, “Nikâh”, 94; “Ahkâm”, 4; Müslim, “İmâre”, 3
[7] Nisa 4/19
[8] Talâk 65/1-2, 6-7
[9] Nisâ 4/34
[10] Buhari, Sahih, K. Edep, bab 116, Müslim, Sahih, K. Fezail, bab 18, Ahmed, Müsned, Enes bin Malik hadisi
[11] Buhari, Sahih, K. Nikâh, bab 104
[12] Buhari, Sahih, K. Nikâh, bab 90
[13] mahmuttoptas@milligazete.c
[14] http://www.cocukaile.net/
[15] https://www.sabah.com.tr/
[16] ibrahimhaliler@milligazete
http://